Eklenme tarihi: 03/08/2023 – 13:33

Son güncellenme tarihi: 03/08/2023 – 13:33


YA SABIR!

Değerli okurlarım;

Ülkemizde yaşanan olaylara bakınca, kölelere ve uşaklara has bir itaatkârlık görüyorum. Ülkemizin insanlarına ilgisizlikle yaklaşılmasına, öfke ve kaygı duyuyorum.

Okul tarih kitapların da bile, savaşlar, saray entrikaları, diplomatik kurnazlıklar, ihanetler ve isyanlar haricinde fazla bilgi bulma şansı olmuyor.

Halkımız, yüzlerce ve binlerce yıldır nasıl yaşadığını, kuşaktan kuşağa hangi değerleri aktardığını çok az veya hiç bilmiyor. Hatta bu konunun hiç bahsi bile geçmiyor.

Milyonlarca insanımız, işçimiz, köylümüz, esnafımız, okumuşumuz, bile tarih biliminin ilgi alanından uzakta kalmış ve bu durum hiç kimseyi rahatsız etmiyor.

Halkımızın zihinsel gelişimi, irade ve kalbinin terbiye edilmesi ve milyonlarca insanın aydınlanması konusunda hiç kimse kafa yormuyor, toplumun maddi ve manevi yaşamının iyileştirilmesinden kimse kaygı duymuyor ve sorumluluk hissetmiyor.

Ziraat, hayvancılık, kumaş üretimi, yol yapımı, gibi alanlarda gelişmeye az da olsa önem verilmiş fakat milyonlarca emekçinin beyni, kalbi, sağlığı ve hayat koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini kimse düşünmemiş ve düşünmek de istemiyor.

Halkımızın alt kesimlerinin hayatı, maneviyatı, karakteri ve refahı gibi konular kaderine terk edilmiştir. Sanki bu meseleler kimseyle ilgili değil, sanki bu konuda özel yasa çıkarılmış, ebedi olarak birilerinin ilgilenmesi yasaklanmıştır.

‘’ Bırak bildiği gibi yaşasınlar. Herhangi iyi bir gelişme olursa bu onlar için mutluluk ve şanstır. Ağır ve kötü sonuçlar doğuran bir hadise karşısında ise sabretsinler.’’

Bizim ülkemizde halkımızın çoğunluğu sürekli sabretmek ve dişlerini sıkmak zorunda kalmıştır. Sabır, ihtiyaç ve yokluklar karşısında kaderine razı olmak halk kitlelerinin doğal bir görevi olarak kabul edilmeye başlamıştır.

Halk hep aşağılanır ve küfürler işitir, her taraftan sürekli ‘’ Halk ayyaştır, tembeldir, çalışmak istemiyor. Halk kabadır, açgözlüdür, acımasızdır.’’

Söylentileri duyulur.

Fakat bu görüşleri dile getirenler aynı zamanda şunu da ekliyorlar: halkın büyük olduğu bir konu yine de var- -o da Sabır’dır.

Aç kalmasına, evsiz kalmasına, borç içinde ve pislik içinde yaşamasına rağmen dişlerini sıkıyor, kimseye kin duymadan sabrediyor.

Herkes halkın sabrını takdir ederek hayranlığını dile getiriyor ve hatta duygulanıyor. Halkın dayanma gücünü dini bir vecibeye dönüştüren bu kişiler İslamiyet’in öğretisini de sabır dini olarak göstermeye başladılar.

Sabrın inanç mertebesine yükseltilmesinden öfkelenmemek elde değil.

Burada sorumlu; üst yönetim tabakası ve aynı zamanda halktır.

Üst yönetim tabakası: kendileri için talep ederek aldıkları çeşitli özgürlükleri, refahı ve rahat hayatı halktan sakındıkları, halka en ağır, onur kırıcı ve zorlu ihtiyaçlar karşısında bile sabretmesi gerektiğini söyledikleri için kızıyorum.

Halkımıza ise: sabrından dolayı kızgınlık duyuyorum.

Halkın zihinsel açıdan uyuşuk bir durumda olmasına, içinde bulunduğu sefalete, ayyaşlık ve fakirliğe, hukuksuzluğa, kaba cehalete ve gerek maddi gerekse de manevi açıdan kötü bir hayat sürmesine aldırmadan bunu olağan bir durummuş gibi kabullenmesine içerliyorum.

Değerli okurlarım,

Milyonlarca insan iki ayaklı mandalar gibi pislik içinde, cahil ve şehvet düşkünü olarak yaşamakta.

Tek düşündükleri şey midelerini doldurmak. Fakat bu durumun suçlusu kendileri mi? Hayır, içinde bulundukları durum bir yönetim talihsizliğidir.

Halkımızın; işçiler, memurlar, köylüler, sıradan kent nüfusunun aydınlanması ve çok yönlü terbiyesi yönetimin başlıca amacı ve temel görevi olmalıdır.

Ülke nüfusunun büyük bölümünün cahil ve kaba olduğunu görmek ve buna tahammül etmek utanç verici bir durum. Kendini eğiten ve kültür güneşinin ışığıyla aydınlanan herkes bu durumdan sorumludur. Devlet saraylarının üst katlarında geniş pencereli ve yüksek tavanlı büyük, ışıklı odaların, parıldadığı alt tabakada ise penceresiz, rutubetli, dar ve nemli bodrum katlarının yer aldığı koca bir insan kalabalığı var.

Halkın büyük bölümünün eğitimsiz olması devlet eliyle yapılan bir kötülüktür. Bu durum kendi kendini, talan etme, yıkıma uğratma ve aşağılamadır. Yirmi birinci yüzyılda halkımızın fakir ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmalarının nedeni sahip oldukları toprakların zenginliklerinden faydalanmamalarıdır.

En büyük ilkellik; ülkemizde yaşayan her bir insanın sahip olduğu fiziksel, manevi ve zihinsel yeteneklerden faydalanamamak, bunu istememek ve bu konuda başarısız olmaktır.

Milyonlarca hektar iyi ve değerli ormanlık alanımız olduğunu düşünelim. Kimse bu ormanı korumazsa ve düzenleyip temizlemezse, ormanın bize ne faydası olabilir ki!

Fırtınanın yerle bir ettiği dev ağaçlar çürümeye başlar ve çürük ağaçlar yağmur suyunu emerek ormanın bataklığa, bir sıtma hastalığı kaynağına dönüşmesine yol açar. Değerli oksijen veren ormanlık yerine çürük bataklık pisliği ortaya çıkar. Yüzlerce kilometre ötede canlılar sağlıklı orman havasını değil, hastalık taşıyan kirli havayı solumak zorunda kalır. Kısacası, büyük bir iyilik yapabilecekken korkunç bir kötülük doğar.

Anlayın lütfen, bir şeyi anlayın.

Ülkede, halk kitleleri gerektiği gibi eğitildiği takdirde birer sağlıklı emekçi olarak hizmet edebilecek kaç ayyaş bulunduğunu tahmin edin. Ülkemizdeki cahillerin, tembellerin, nihayet suçluların sayısını belirlemeye çalışın.

Kişiliğin şekillenmeye başladığı çocukluk ve gençlik yıllarında bu insanlar hayatın karanlık ormanlarında yalnız başına bırakılmışlar; hâlbuki o dönem kendilerine düzgün bir eğitim verilseydi, birçoğu vatanın değerli evlatları olarak yetişecekti.

Değerli okurlarım; halkımız kısa sürede ve kolay yoldan zenginleşme hırsı ve yaygın hale getirilen ‘’para için her şeyi yaparım’’ algısı bu dönemin dini haline geldi. Toplumumuzda manevi oksijen eksikliği var. Aydın kesimlerin bile önemli bir bölümü ‘’para için her şeyi yapma’’ dürtüsüne kapıldılar.  Manevi değerler konusunda genellikle hassas olan genç nesil de bu ortamda manevi olarak çöktü ve ilkesiz ve idealsiz yetişmeye başladı. Topluma rehberlik edecek büyük idealler, kutsal değerler, kahraman önderler, bunların hiç birini göremez olduk.

Bizim aydın dediğimiz, televizyon ekranlarından hiç ayrılmayan, sürekli yazan, yazarlarımız da maneviyat duygusundan tamamıyla yoksun, her türlü idealist düşünceyi gülünç, yapmacık ve samimiyetten uzak buluyorlar. Hayatta doğruyu ve güzelliği arama çabalarını ‘’yalancılık ‘’ olarak adlandırıp, bu yöndeki girişimleri alaycı bir kinle karşılıyor ve gülüyorlar.

İnsanların, ruhuna, aklına ve özgürlüğüne hakaret etmekten gerçek anlamda zevk alıyorlar.

Kim iyi para veriyorsa o tarafa doğru yazılar yazıyorlar. Halkı, kutuplaştırmaktan, kin ve nefret tohumları ekmekten geri adım atmıyorlar.

 Değerli okurlarım;

Biz Türkler geleceğin büyük güçleriyiz. Bizler el değmemiş, derin ve bereketli toprağız. Sadece çalışmamız lazım. Bizler Avrupalılar’ a göre iki, üç, hatta on kat daha fazla çalışmalıyız. Önce onlara yetişmeli, daha sonra da onları geçmeliyiz.

Bir gün mutlaka bu ülkeleri geçeceğiz! Sadece şehirli nüfusun eğitimiyle kalmayacağız. Köylerde perişan durumda bir tek ilkokul ve kütüphane kalmayacak. Her bir köylünün, çiftçinin, esnafın, kâğıt toplayıcısının, evini bilginin ışığıyla aydınlatacağız. Küçük çocukları terbiye ederek güçlü, gelişmiş ve gururlu bir yeni nesil yetiştireceğiz.

Mustafa kemal Atatürk’ün şu sözüyle sizlere veda etmek istiyorum.

Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

Eğitimci – Yazar

Soner Atabek

 

 

 

 

5 thoughts on “YA SABIR!

  1. İnsanlar artık sabır çekmekten başka yarın şekere nekadar olur çay alsak şeker alabilirmiyiz seker alsak çay alabilirmiyiz öyle bir dönemdeyiz neyazikki

    1. …”HALK” dünyanın her yerinde birinci derecede geçimini temin etmek dışında pek de büyük bir gayret içinde olmazlar!
      İdareye hakim olanların bir İDEALİ var ve bu İDEALİ realize eden bir tutum-prensip içindeyseler HALKI yönlendirerek onları gündelik iş dışında BİR GAYEYE yönelmelerini de sağlarlar.
      Yani, idari kadrolar İDEALSİZ olunca, HALK da vurdumduymaz ve günü kurtarma peşinde olur.
      *
      Başta SAKATLIK olunca, BEDEN ve AYAK doğruya,iyiye ve sorumluluk almaya yönelme gayr-i mümkündür.
      Vaz mı geçeceğiz!?
      Var gücümüzle mücadele edeceğiz.
      Ulu TANRI bizlere tahammül ve mücadele azmi versin.
      GENÇLİĞE GÜVENİYORUM.%10 var.
      Oysa ki, ihtiyacımız olan %1-3 oranıdır.
      Meselemiz o %1-3 oranını organize edebilmektir.
      Esen kal sevgi ve muhabbetlerini sunuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir