Eklenme tarihi: 19/04/2021 – 13:02

Son güncellenme tarihi: 15/02/2023 – 17:50


AAAHH !… NEYDİ O ESKİ BAYRAMLAR?
ÇOCUKLUK
Affan Dede’ye para saydım, sattı bana
çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım, bilmiyorum kim olduğumu. Hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden. Bu bahar havası, bu bahçe, havuzda su şırıl şırıldır. Uçurtmam bulutlardan yüce, zıpzıplarım pırıl pırıldır. Ne güzel dönüyor çemberim, hiç bitmese horoz şekerim!

Cahit Sıtkı TARANCI
Ne güzel dizelerdir Cahit Sıtkı’nın bu şiiri. Acaba gerçekten satılır mı çocukluğumuz, satsalar değerini ödeyip de almaya, gücümüz yeter mi?.
Kendi adıma söylüyorum; gidebilsem o günlere, neler vermezdim.!
Serkan Bey eski bayramları yazmamı isteyince; doğrusu çok bayramlar yaşadım ama, ben gene de çocukluğumda tutuklu kaldım.
Öyleyse dilimiz döndüğünce, haydi gidelim 60-70’li yıllara..
Tıpkı şeker tadındaydı eski bayramlar. Öyle şimdiki gibi çeşit çeşit şekerler, çikolatalar, tatlılar yoktu ama tadı damağımızda kaldı eskilerin.
Biliyorum benim yaşlarımda olan bir çoğunuz o eski bayramları arıyorsunuz, mutlaka benzer duygular yaşadık o zamanın çocukları ve gençleriyle. “Ahh ah” derken, sizleri de görür ve duyar gibiyim..
Ne yazık ki; son yıllarda, elimizde kalan küçücük mutlulukları bile yaşayamaz olduk. Biz şanslı çocuklardık. Eski bayramları, değerlerimizi, kültürümüzü korumaya çalıştıysak da, son bir yıldır tüm dünyanın başına gelen felaket(virüs) nedeni ile, değil bayramı yaşamak, evlerimize hapsolduk, hatta çocuklarımıza, eş, ahbap, dostlarımıza hasret kaldık ve mezar ziyaretlerimize bile gidemez olduk.
Bir rivayete göre 30 gün oruçtan sonra kutlanan Şükür Bayramı, zamanla olmuş “Şeker Bayramı.” Bende sağlığımıza ve her şeye rağmen hayatta olduğumuza şükrederek, kendi çocukluk masalımı anlatmak istiyorum. Kios Dergisinin tüm okurlarının Mübarek Ramazan bayramını, en güzel dileklerle, en içten sevgilerle kutlayarak. 1958 doğumluyum. Gemlik’te Kulaktaşı’nda çok kalabalık, büyük bir evde doğdum. Dedem ve babaannem en küçük oğulları babamla birlikte yaşardı ama, hemen aynı bahçe içinde iki amcamın da evi vardı. Dolayısı ile bir çok birbirine akran çocuk ve büyükler hep bir aradaydık..
Eskiden Gemlik’te üç beş küçük esnaf varsa da, genelde alışverişler Bursa Kapalıçarşı’dan yapılırdı. Gemlikliler bayramlarda ve zeytin zamanı sonrası soluğu Bursa’da alırdı.
Ramazanın sonlarına doğru tatlı bir telaşe başlar, önce evler temizlenir, kapı önleri, bahçeler süpürülür elden geçirilirdi. Mezarlıklar da unutulmazdı, çiçekler ekilir, bakım yapılırdı. Yani ölüye de, diriye de kıymet verilirdi. Öyle anne ve babamıza gitmeden tatile gitsek, bir daha yüzümüze bakan olmazdı. Şimdinin tam aksine, bayramlar aileleri birleştirir, küsleri barıştırır, aradaki mesafeleri yok ederdi.
Hazır giyim önceleri çok yoktu. Babamın da dahil olduğu bir kaç manifatura dükkanı sahibi, en son çıkan moda kumaşları takip eder, İstanbul’dan getirirdi. Kumaşlar önceden seçilir, bayan terzilerine verilir, randevular alınırdı. Terziler son zamana bırakırsanız nazlanır dikmek istemezdi. Bu nedenle herkesin özel terzisi vardı. Pek de kimse kimseye model vermezdi. Tek ve özenli olmak isterdi Gemlikliler. Erkek terzileri de farklı değildi. Gece gündüz çalışır, hazırlık yaparlardı. Ninem bir minibüs tutar, gelin, torun, komşu artık kim varsa içine doldururdu. Önce Bursa kebapçısına gidilir, sonra alışveriş başlardı. Kapalıçarşı’da tanıdık esnaflar vardı, Bursa bile şimdiki gibi kalabalık değildi. Onlar devamlı müşterileri tanır, kapılarda hürmetle karşılarlardı. Giderken tatlı bir heyecan yaşardık ama dönüş daha da heyecanlı olurdu. Çünkü zaman geçmek bilmezdi, bayramın gelmesini ve alınanları bir an önce giyebilmeyi iple çekercesine beklerdik..
Bayramdan önce uzakta olanlarda unutulmazdı. Kitapçı Arif Amcanın dükkanı ve bir iki kırtasiye, bayram öncesi kapı önünü çeşit çeşit bayram kartları ile doldururdu. Özene bezene göndereceğimiz kişinin zevkine göre seçer, arkasını yazar, doğruca postane yolunu tutardık. Herkese bayram tebriği gönderir, tabi karşılığı gelir mi? Diye postacı yolu gözlerdik. Böyle bir sanal bayramlaşma olurdu.
Arife günü şekerciler de dolar boşalırdı. Çeşit çeşit lokumlar, bademler, çikolatalar vitrinleri süslerdi. Teneke kutularda, sandıklarda daha çok lokumlar olurdu. Cam kavanozlarda badem şekerleri çok güzeldi. Bir yere bayramlaşmaya gidiyorsanız eli boş gidilmezdi. O nedenle babam da eve kutu kutu Şekerci İsmail’den alınmış, paketlenmiş hediyeler ile gelirdi.

Arife günü artık yemekler, tatlılar, hazırlıklar biter akşam banyolardaki odun sobaları yanardı. Çarşı hamamı, Balıkpazarı hamamı da o gün dolu olurdu. Sıra ile yıkanan çocuklar doğru büyüklerinin elini öperdi. Onlar da “ Sıhhatler olsun, el öpenleriniz çok olsun, mis gibi kokmuşsunuz” der bizi öper, severlerdi. Gece baş ucumuzda pabuçlar, kıyafetler, kurdelelerle uyurduk. Nasıl heyecanlanmayalım? Bayram ve okul zamanı alınan yeni giysilerimiz ancak özel günlerde giyilir, diğer zamanlarda yine çok da fazla olmayan gündelik kıyafetlere dönerdik. Yani “ Bugün kullan, beğenme at, yarın yenisini al” devri yoktu eskiden, üstelik biz hali vakti yerinde olan bir ailenin çocuklarıydık.
Ve bayram sabahı..
Erkekler camiye gider, biz çocuklar ve kadınlar mezarlık yolundan mezarlığa giderdik.. Annelerimizin başlarında örtüler, koltuklarının altında Kur-an’larla. Özellikle bizleri de götürür, şu mezar şu kişinin der anlatırlardı. Küçücük ellerimizi açar, dilimiz döndüğünce her birine dualar mırıldanırdık.
Mezarlık dönüşü büyük sofralar kurulur, çeşit çeşit yiyecekler hazırlanır, erkekler namazdan gelir, aile büyükleri sofranın baş ucunda, tüm aile hep birlikte otururduk sofraya. Annem yaptığı nefis cevizli lokumların içine birde yumurta saklardı. Hatta para koyan da vardı. İçindeki hediyeli lokumu seçen sevinçle lokumunu yerdi. Bayram yemekleri yine amcalar, yengeler ve gelen misafirlerle hep birlikte yenilirdi. Bunun için günlerce hazırlıklar yapılırdı. Limonatalar, yöresel tatlılar ve yemekler tencere tencere pişirilir saklanırdı.. Bizim evimizde likör ikram edilmezdi kahvenin yanında. Ama amcam memur olduğu için gelen arkadaşlarına çikolata yanında likör de sunardı. O’ na da çok gençler ve mesai arkadaşları gelirdi.
Dedem yaşça büyük ve Gemlik’in hatırlı bir kişisi olduğu için bayram ziyaretine gelenleri günlerce annem ağırlardı, bu nedenle de evimizden misafir eksik olmazdı. Belki de böyle bir evde büyüdüğüm için bayramlar şimdi benim için çok sönük.
Nihayet sıra sıra giyinir, büyüklerimizin elini öper, bayram harçlıklarımızı alırdık. Tabii annem mahallenin çocuklarını da hesaplar, günler öncesinden mendil ve çoraplarının içine bayram harçlıklarını da koyardı. Ahh o mendiller, kimi hazır üzerleri çizgili, desenli, kimi oyalı.
Mahalleler şimdiki gibi apartman değildi, genelde evler müstakildi. Herkes akraba, tanıdık. Öyle güvenlik problemi yoktu. Kimse bize şuraya gitmeyin, şundan şeker almayın, kimse ile konuşmayın diye tembih etmezdi. Biz her şeye sahip çocuklardık, yine de öyle bolluk yoktu. Bir bayram kıyafetimiz vardı. Annem ancak üstünüzü kirletmeyin diye tembih ederdi. Öyle dört güne dört kıyafet zengin evinde bile yoktu.
Kulaktaşı çınarının dibinde sayıları bir hayli fazla çocuk toplaşırdık. Çabucak ziyaretler tamamlanır, harçlıklar alınır, doğru Bakkal Mahmut Didik’te soluğu alırdık. Küçücük mahalle bakkallarının içine her şey sığıyordu. Nasıl sığmasın? Şimdiki gibi çeşit çeşit marka yoktu ki!..
Bu arada mahalleye seyyar satıcılar gelir, elma, horoz şekerleri, pamuk, kağıt helvalar, macunlar, şam tatlılar, tittirilit, dondurma, çeşit çeşit şeyler satardı. Leblebi tozu, çatapat onlar bakkaldan..En büyük zevkimiz o çatapatları taşlara sürte sürte patlatmaktı.
Davulcu ve ayıcı onlarda bayram günü bahşiş toplardı. Elinde defle, burnundan zincirli ayı’yı “ Hadi kızım oyna; hadi kocaoğlan bayıl bakalım hamamdaki karılar gibi” diyerek oynatan ayıcıları da unutamam. Hem korkar, hem toplaşır seyrederdik. Bir hayvana eziyet etmek ne kadar günah, pek de bilemezdik sanırım. Sonra defi ters çevirir, seyredenlerden bahşiş toplardı ve zinciri çeke çeke giderdi ayıcı.
Gülleri var elinde,
Türkü söyler dilinde,
Sevdiğim görüşelim,
Bugün bayram yerinde.
Bayram yerleri..
Tam bir karnaval yeri. Biz evimiz yakın olduğu için Atatürk Okulunun oraya giderdik. Zeynel amcanın elle döndürmeli dönme dolapları, salıncaklar, Hacivat Karagöz oyunu perdesi kurulur, satıcılar gelir, adeta bayram bir şenlik havasında geçerdi. Bisikletçi İsa’nın önünde bisiklete binmek isteyen çocuklar kuyruk oluştururdu.
Tabi biz daha ilk günden harçlıklarımızı bitirir, üstümüzü kirletir anne ve babalarımızdan birde azar işitirdik. Yedeği olmayan bayramlıklar akşamdan yıkanır, kurutulur, ertesi gün yine giyerdik. Bu sefer evden aldığımız harçlıklarla bayram yerine koşardık.
Mutluyduk, neşeliydik, kahkahalarımız içtendi, sevgiler karşılıksız samimiydi.
Şimdi özlediğimiz ve aradığımız; geride kalan ve bir daha asla geri gelmeyecek olan neşeli günler, hayal etmesi bile mümkün olmayan günler yaşadık.
Biz taşlı topraklı mahallelerde; çelik çomak, sek sek, körebe, beş taç oynadık, ip atladık, topaç çevirdik. Düştük dizlerimiz yaralandı. Derme çatma kaydıraklara bindik. Şimdiki gibi en teknolojik oyuncaklarımız yoktu. AVM’lerdeki oyun parkları şimdi envayi çeşit oyuncakla dolu. Çocukların kendine ait odalarında çeşit çeşit kıyafetler, bilgisayar, her şey var açıkçası.
Şimdi hiç gazete okuyan bir çocuk göremezken, biz kese kağıdındaki yazılanları okurduk. Gazeteler çıkmazdı bayramda ama Bayram Gazetesi alınır ve okunurdu evlerde.
Torunlarıma ve bugünün çocuklarına baktığımda, iyi ki dünyaya erken gelmişim , iyi ki o günleri yaşamışım diyorum.
Dönme dolaba bindiğimizde korkan çocuklardık biz, korku nedir bilmezdik, sokaklarda oynardık. Yarın endişemiz yoktu, olan olmayanla paylaşırdı. Horoz şekeri almanın hesabını yapar, alınca da mutlu olurduk. Kumaştan bez bebekler dikerdik, bulduğumuz her şey oyuncağımızdı, bakkaldan aldığımız bir küçük top bile sevindirirdi bizi. Zor elde eder, kıymet ve değer bilirdik..
İmkanlar olsa bile ailemizde almazlardı, şımartmazlardı. Herkesin alabileceğinin üstünde şeyler giymemiz, gezmemiz ve alamayanların olacağını düşünerek yememiz bize yasak, tembihliydi..
Yani anlayacağınız, bayramda alınan kırmızı pabuçlarımızın değeri, öptüğümüz ellerin sıcaklığı ve güveni vardı. O günlerden geriye, özenle çektirdiğimiz bayram fotoğraflarımız ve anılarımız kaldı.
Çocuk olsam yeniden..
Bir tek düştüğüm için acısa içim,
Ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece..
Cemal Süreya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir