Eklenme tarihi: 23/05/2023 – 11:03

Son güncellenme tarihi: 23/05/2023 – 11:04


Doğrudan ifade etmek gerekirse, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk ve ikinci turunda adaylar ve ittifaklar tarafında şöyle bir manzara var.

Kazanmak yoksa bile kaybetmemek üzerine kurgulanmış bir seçim. Bir çeşit tehdit. Uzun yıllardır bu tehditlerden halk olarak payımıza düşeni fazlasıyla aldık. Halkın sırtını dövmekle, sırtında gedik açmakla sorumlu siyasiler. Halka karşı bu nefret söylemleri yıllardır sürüyor. Anlatmaya çalışıyoruz. Göstermeyi de denedik. Ama ne çare? Duymak istemeyen kulaklara böylesi bir gürültünün içinde ulaşma imkânı olmadı. Farklı sesleri bastırmak için de yeterince gürültü yaptılar. Muhalif seçmeni bir kuşatmanın içine hapsettiler, kimse kimseyi duymadı. Kimse kimseyi dinlemedi.

Ama hakkını vermek lazım; Muharrem İnce’yi Keleşle vurdular. Yerinden bile kıpırdayamadı zavallı.
Ancak nefret silahı öyle bir şeydir ki, zamanla kendi kendini üretmeye ve kendi kendine komut vermeye başlar.

Gördünüz, depremzedelere neler söyleyip neler yaptıklarını. Kontrolden çıktılar. İçlerindeki nefret tohumları, akıllarını da dillerini de esir aldı. Bu alçak dilin sınırı olmadığı gibi artık hedef ayırt etmediği de açıkça görülüyor. Her şey bu kadar ortadayken hâlâ bu dile yaslananlar bence vicdanını ve insanlığını sorgulasın.

Değerli okurlarım

Şunu fark ettim seçim sürecinde.

Bazı kelimeleri ve kavramları, sanki anlamı birbirine yakınmış gibi kullanıyoruz. Oysa bu ciddi bir hata.

Müzakere ve pazarlık mesela

Siyasetin aynı zamanda bir müzakere sanatı olduğunu anlatırken, sıkça “pazarlık” kelimesini de kullanıyoruz.

Pazarlık, bir alışverişte uygun fiyata ürün almak için yapılan pazarlık en kısa anlatımıyla.

Oysa müzakere, bir mesele üzerinde fikir alışverişinde bulunmak, karşılıklı tartışmak ve görüş beyan etmek.

Şimdi buradan siyaset sahnemize göz atalım.

Bugün ortaya çıkan ittifakların ve bunları oluşturan süreçlerin ne kadarı “müzakere”, ne kadarı “pazarlık” içeriyor? Olup biteni anlama açısından son derece önemli.

Eğer tarafların karşılıklı olarak fikirlerini ortaya koyduğu, bunlar üzerinde mutabakat sağladığı ve bir başka ifadeyle “hedef ortaklığına ulaştığı bir ittifak varsa, orada bir müzakereden söz edebiliriz.

Peki, sadece seçim sürecinde ortaya çıkan ve devamında herkesin “sepeti koluna, kendi yoluna” kıvamına geleceği ittifaklar için aynısını söylemek mümkün mü?

Elbette hayır. Dolayısıyla burada daha çok bir “pazarlık”tan söz edebiliriz.

Pazarlık, tarafların karşılıklı olarak birbirlerine vaat ettiklerini yerine getirmekle sınırlıyken, herhangi bir fikir ya da hedef birlikteliğine ihtiyaç duymuyor.

Peki, bu neyin pazarlığı? Halkı bu kadar tabiri caizse ‘’mal ‘’yerine koymanız yetmedi mi?

Demokrasi deyip insanları bir kıskacın içine almanız ve aptal yerine koymanız, kazanmak için her şey mübah anlayışınız.

İnanın halk olarak bıktık sizin bu pazarlıklarınızdan. Yalanlarınızdan.

Nefret söylemlerinizden.

Ötekileştirmenizden.

Lütfen bizi daha fazla yormayın, bizi aptal yerine koymayın. İnanın buradan bakınca çok komik duruma düşüyorsunuz.

Biraz aynaya bakın…

Büyük usta Sun Tzu’dan bir cümle aktarmanın tam zamanı.

“Karşısındakini ve kendini bilen, hiçbir savaşta tehlikeye düşmez; karşısındakini bilmeyen, sadece kendini bilen, bir kazanır, bir kaybeder; karşısındakini de kendini de bilmeyen her savaşta mutlaka tehlikeye düşer.”

Eğitimci Yazar

Soner Atabek

 

 

 

 

 

About Author

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir